Pattie Maes çığır açan giyilebilir teknoloji "Altıncı His"si tanıtıyor
İzlediğimde beni şaşkına çeviren ve filmlerde izlediğimiz hayali teknolojilerin yaşantımıza geleceğini düşündükçe heyecanlandıran bir teknolojiden haber vermek istiyorum. Sizlere TED Konferansı'nda MIT'den Pattie Maes'in öğrencisi adına sunduğu giyilebilir teknoloji üzerine sunum. Bunu izledikçe Semantik Web olarak tanımlanan Web 3.0'ı daha iyi kavramaya başlayacağız.
Bu sene 12. düzenlenen Bilişim Zirvesi
geçen sene uluslararası bir kimliğe bürünüp ICT Summit Eurasia adını aldı. Bu
sene 30'u aşkın ülkeden katılımcı ile onlarca panel düzenlendi. Zirvenin teması ''Next Step-Sonraki
Adım''olarak seçilmişti. Gelecek üzerine teknolojik gelişmeler temelli
pazarlama ve bilişim dünyası konuşuldu bol bol. Ben de zirvenin son gününde (13
Eylül 2012 Perşembe) ''Pazarlama ve Sosyal Medyada Sonraki Adım Forum'na''
katılma şansı buldum. Forumla ilgili dikkat çekici noktaları sizlerle
paylaşıyorum.
"Dünyayı Değiştirecek Teknolojiler"
Konuşmacı: DR.Matthias Kaisersweth- IBM
Bilişim Zirvesi, Haliç Kongre Merkezi'nde
düzenlendi.Zirve profesyonel katılımcılara ücretliydi, ancak öğrencilere
ücretsiz şekilde gerçekleşti. Öncelikle sabah açılış pturumu ilgi çekiciydi.
Ortak oturum şeklinde gerçekleşen konuşmayı, Dünyayı Değiştirecek Teknolojiler
başlığıyla IBM Zurih Araştırma Laboratuvarı Direktörü ve Yazılım Araştırmları
Kurulu Başkan Yardımcısı Dr. Matthias Kaiserswerth yaptı.
Yakından tanımadığım birçok konuya
değinen Kaisersweth öncelikle çipler, sistemler, data ve data incelenmesinden
bahsetti. Gelecekte nano teknolojilerin gelişmesiyle nano çiplerin üretileceğini
ve her bir çipin 1 trilyon aygıtı barındıracağını belirtti. Böylesine devasa
bir sayı da aygıtı barındırmasına rağmen bu çiplerin boyutları bir kesme şeker
boyutunu (PETA)geçmeyecek şekilde hazırlanacak. 3 boyutlu olan bu çiplere iki
boyut daha eklenicek. Bunlardan 4. boyut, soğutma ve 5.boyut, enerji üretimi.
Less Energy-Less Heat
Üretilen teknolojinin yeşil, yani doğaya
saygılı olması çok önemli. Bunu da enerji tasarrufu ile sağlayacaklarını
düşünüyorlar. Sıcak bir sistemi yine sıcak suyla soğutup %40'a varan bir enerji
tasarrufu elde edileceğinin altını çiziyor. Anlaması güç olan bu soğutma
sistemini şöyle örnekliyor Dr. Matthias, ''Yazın bir havuzu soğutmak için
havuza eklenen sıcak su gibi düşünün. Eklediğiniz su havuzdan daha soğuk ama o
suyun ısıtması için bir maaliyet ödemiyorsunuz, çünkü doğal ortam sıcak.''
Dünyada var olan veri 15 petabytes
Peki, böylesi üstün teknoloji ile
geliştirilen bu çipler nerelerde nasıl kullanılacak? Araştırmalara göre şu an
dünyada 50 milyar cihaz var ve bu sayının
düşük olduğunu belirtiyor konuşmacımız. Önümüzdeki süreçte hızlı bir artış
yaşanacağını söylüyor. Aynı zamanda dünyada var olan veri miktarı ise yaklaşık
15 petabytes. Artacak cihaz sayısına paralel olarak. Büyük veri miktarının
ortaya çıkacağını söylüyor ve işte bu noktada bu çipler hızlı ve büyük depolama
alanları sunacaktır. Veri depolamanın çözüm olmadığını söyleyen Kaiserswerth
önemli olan bu verinin incelenip çözümlendikten sonra depolanması gerektiğini
söylüyor. Anlaşılan o ki artık veriler elde edilirken, eş zamanlı olarak veri
çözümlenmesi yapılacak ve gereksiz verilerin depolanma zahmeti sona erecek.
O bir Tıp dahisi: Karşınızda WATSON
Watson projesini dinlemeye başlayınca
önümüzdeki yıllarda ne gerek var
doktorlara diye düşünmeye başladım. Şöyle ki Watson daha yeni ve hala
geliştirilmekte olan bir proje. Çok yönlü bir sistem. Hastalıkların tedavi
teşhisi için doktorlara yardım sağlayabilecek, anladığım kadarıyla yapay zekaya
dayalı bir sistem. Watson bütün tıp literatürünü yalayıp yutuyor ve elde ettiği
bu verileri oldukça spesifik yöntemlerle ayrıştırarak, hastaklıkların tedavi ve
teşhisinde doktora yardım ediyor. Bir doktor, kendisine gelen bir hastanın
hastalığını teşhis ettiyse, hatalığı Watsona yazıyor. Örneğin, ''Akciğer
kanserini nasıl tedavi edebilirim?'' Watson hemen soruyu algılıyo ve hastalığa
uygun tedavi yöntemleri sunuyor. (Sunulan tedavi yöntemlerinin ilaç ya da tüm
tıbbi müdahaleleri içerdiğini belirtmedi.)Tedavi yöntemlerini sunduğuyla
kalmıyor ayrıca her tedavi yönteminin yanına % olarak güvenirlilik oranı
veriyor. Derseniz ki, ben bunu bilimsel anlamda kanıtlamak istiyorum. İşte o
zaman da tedavi yönteminle ilgili tıbbi literatürü önünüze sunuyor. Yok canım!
Diyebilirsiniz ben de öyle dedim. Dikkat çekilmesi gereken nokta şu ki her
geçen gün elde edilen tıbbi verilerin Watson'a iyice yedirilmesi lazım.
Bu sistemlerin ve inovasyonların hepsi
insan zihninden esinlenilerek yapılıyor. Geçmişe göre bu yolda insanlık adına
oldukça fazla yol katettik belki ama Dr.Matthias özellikle insan zihniyle
yapılan kıyaslara karşı çıkarak şu sözlerle konuşmasını tamamladı:
"Geliştirilen hiçbir sistem insan zihni ile mukayese edilemez, insan zihni
gibi olamaz, çünkü bizler insan zihninin tam olarak sırrını dahi çözmüş
değiliz."
Markalar Sosyal Medyanın Neresinde?
Panel Moderatörü: Tunca Meriç
Konuşmacılar: Dr.Cem Çınlar, Bilge Çiftçi, Hamdi Çelikbaş, Kına Demirel, Metin
Güleç, Sertan Eratay, Cem Batu
Konuşmacılar Vodafone'dan Turkcell'e,
Anadolu Ajansı'ndan Migros'a kadar çeşitliydi.Bunlara ek olarak diğer
konuşmacılar Plasenta, Medyanet ve Tick Tock Boom Dijital Pr Ajansındandı.
·Şüphe bilgiyi,
bilgi bilişimi, bilişimde sosyal medyayı doğurdu.
·Sosyal medya sohbet
odaklı bir platform, marka odaklı değil.
·Önemli olan bu
sohbet ortamına marka kimliğinden sıyrılıp antipatik bir hal almadan girmek
·GençTurkcell'in
genç yöneticilerini belirleme sürecinde bu sohbete dahil oldular ve çok
konuşuldular. Bir proje ile 17 bin aday ile 2 milyon oya ulaştılar. Kişiler bu
projeyi konuşur ve aktarır oldu.
·Facebook ve
Twitter'daki fan sayılarının nitelikli veri olmadığı artık açık. Markalar
Facebook fanlarını %16'sı ile iletişime geçebiliyor. Bu duruma en güzel cümle
bu olu heralde : SMALL IS BIG, TODAY..!
·Müşteri, müşteriye
güvenir. Her müşteri bir pazarlama kanalıdır.
·Sosyal mecralar
artık bir hizmet kanalı olarak yerini aldı. Bu yolla artık müşteri markaya
değil marka müşterinin ayağına gider oldu.
·Özellikle Y ve Z
kuşağını oluşturan müşterilerin kalbine giden yol bu sosyal mecralardan
geçiyor.
·Müşteri sosyal
medyada bambaşka tavırlar içine girebiliyor ve başkalaşıyor. Bu yüzden
dinleyici olup hedef kitleyi çok iyi analiz etmeli. İncelemeden sonra,
marka-müşteri ilişkisini kuracak ilgi çekici noktayı bulmak önemli.
·Doğru segmentasyon,
doğru hedef kitleye götürür.
·Sosyal medyada
olşan krizler riskli olduğu kadar fırsat potansiyelini de barındırıyor. Önemli
olan bu noktada bu fırsatı görmek ve doğru okumak. Bunu için de şirketler arka
bahçelerini iyi bilmeliler.
Şu üç soruya verilecek doğru cevaplar markaları başarıya ulaştıracaktır:
-Kişiler benim ürünümü alabilirler mi?
-Kişiler benim ürünümü satabilirler mi?
-Bu iki süreçte sosyal medyanın katkıları
neler olur?
Panelin en güzel örneği ve açıklaması
Turkcell Dijital Kanallar Yöneticisi Sertan Eratay'dan geldi: Eratay markaların
sosyal medyadaki durumlarını ilginç bir örnekle açıklıyor. Ablası evlendikten
sonra hazırlanan düğün fotoğrafları albümünü mahallenin hanımlarının gelip
baktığını, incelediğini ve fotoğraflarda
kime hangi kıyafetin yakışık yakışmadığını yorumladıklarını söyledi. Sohbet
odaklı olan bu geleneksel sürecin bizim şu an sosyal mecralarda yaptığımızdan
hiçbir farkı yok. Peki, eğer o fotoğraf albümünün içine bir markanın reklamını,
sayfasını koysak mahallenin teyzeleri bu ne, nerden çıktı şimdi gibi yorumlar
vereceğini söyledi. Aynı şekilde markalarında sosyal mecralarda varolması
kişilerarası iletişime müdahale temelli oldu.
''Şimdiki
çocuklar lüksü seviyor, otoriteye ve büyüklerine saygıları yok, kötü tutumlular
ve çalışmak yerine çene çalmayı tercih ediyorlar. Onlar artık evlerinin
köleleri değil, efendileri. Büyükleri odaya geldiğinde ayağa bile kalkmıyorlar.
Ebeveynleri ile çelişiyor, sofra adabına uymadan çar-çabuk yemek yiyor ve
öğretmenlerini aşağılıyorlar.''
Bu sözleri
pazarlamatürkiye.com'da youth marketing üzerine bir yazı okurken gördüm.
Yazının altında bu sözler Socrates'e ait yazıyordu.(M.Ö. 469-399) Sözün
Socrates'e ait olduğuna dair kesin kanıtlar olamamasına rağmen, öğrencisi Platon
tarafından da böylesine sözler söylediği tarihin içinde yer almış.
Bu tarif edilen
bizim Z kuşağına benziyor mu sizce? Anlaşılan şu ki gençlik için genel-geçer
bir tanım yapmak mümkün gibi. Benim de içinde bulunduğum Y kuşağı için de bunları diyorlardı, şimdiki Z kuşağı için de. Her jenerasyon bir önceki jenerasyon için asi ve saygısız. Demek ki gençlik hep aynı gençlik ha 2500 yıl önce ha 100 yıl sonra..
Bugün sizlerle bir süredir izlediğim diziyi paylaşmak istiyorum. Dizimiz Ntv ve Cnbc-e tarafından ''Ana haber bülteniniz başlıyor!'' başlığıyla lanse edilen ''The Newsroom''.
Birazcık araştırdım. Amerika'da yayıncısı olan HBO kanalının sitesinden bir şeyler okudum ve öncelikle genel anlamda diziden bahsedip ardından kendi yorumları paylaşacağım.
Aaron Sorkin'in eseri
The Newsroom, Aaron Sorkin tarafından yazılan bir televizyon dizisi. Sorkin aslında tanıdık biri: Facebook'un nasıl kurulduğunu anlatan, Justin Timberlake'in oynadığı The Social Network'un ve Brad Pitt'in başrolünü oynadığı Moneyball'ın da yazarı.
Dizide her aşama gerçek ile birebir uyumlu. Sorkin verdiği röportajlarda diziyi hazırlamak için birçok gerçek Tv haber programını bizzat kendisi gözlemlediğini anlatıyor. Yapım ilk olarak Amerikan HBO kanalında 24 Haziran 2012 tarihinde yayınlandı. Dizi Atlantis Cable News (ACN) adlı kurgusal kanalın perde arkasını anlatıyor. Jeff Daniels'ın canlandırdığı anchorman Will McAvo karakterinin kurumsal, ticari ve siyasi engeller ile habercilik etiği arasında kalıp bunların yanında kendi kişisel çıkarlarını da gözardı ederek , ekibiyle birlikte bir haberi ekrana koymak, yayına hazırlamak için ne denli yollardan geçtiğini bizlere sunuyor. Haber yapmanın ve onu yayına aktarmanın her anını takip edebiliyoruz.
Güncel Konular
Haber Ekibi
Ülkemizde dahi her gün onlarca yalan haberi topluma pompalayan bir medya sektörünü düşünürsek. Amerika'daki bu ortamın nasıl da devasa olduğunu hayal edemeye biliriz. Her bölümde konular güncel olarak gerçek hayata paralel ilerliyor. Dizi BP'nin Meksika Körfezi'ndeki sızıntısından başlayıp sırasıyla Arap Baharı ve ABD Başkanlık seçimlerine kadar geliyor.
Dizinin oldukça dinamik bir yapısı var. Böyle bir yapıda aşk ve ihtiras olmaz mı? Olur tabiki yapımcılar o konuları da gözardı etmemişler. Will'in eski sevgilisi MacKenzie ileolan ilişkiden, Jim'in Maggie ile olan şu an için gizli ama sonraki bölümlerde bence ortaya çıkacak aşkına kadar her şey mevcut.
Ekonomi-Siyaset-Medya Üçlüsü
Dizinin merkezinde haber ekibi ve patronları Charlie bulunuyor. Dizide aslında bugüne kadar bize hep anlatılan Ekonomi-Siyaset ve Medya üçlüsünün iç içe geçmiş girift hikayesi anlatılıyor. Tabiki bu anlatımın ekonomik bir çıkar uğruna ve yayıncı kuruluşun politikasına göre şekillendiğini düşünürsek, bu girift hikayeyi ne kadar şeffaf olarak bize sunulduğu da şüpheli . Dizi, Charlie'nin medya patronuna olan sorumluluğu, şirket çıkarları ve reklam verenlerin baskısına rağmen ekibin idealist bir şekilde doğru bir habercilik yapma misyonunu takip ediyor, en azından deniyorlar..
The newsroom için ikinci sezon anlaşması yapılmış. Haziran 2013'te yayınlanacağı açıklanmış. Dizinin Türkiye'deki bölümleri ise 16 Eylül 2012 Pazar(Yarın) saat 22.00'da CNBC-e televizyonu tarafından yayınlanacaktır.
Dizinin en çarpıcı bölümünden bir kesit sunmak istiyorum sizlere, oldukça vurucu:
Fransızca Hazırlık sınıfı sonunda gerçekleştirdiğimiz bir projeden birkaç sayfa paylaşıyorum sizinle. Projemiz Fransızca bir gazete hazırlamaktı bu gazete spordan, gündeme birçok başlıktan oluşmuştu. Ben de Uluslararası teması altında, o zamanlar bir tsunami gibi etki eden Arap Baharı'nı kaleme almıştım. Şimdi sizlerle onu paylaşıyorum:
Su Kasidesi benim için çok önemlidir. Lise öğrenimim süresince ortalarda hep ilk beytini söyleyerek dolaşmışımdır:
'' Saçma ey göz eskden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çare su''
Divan Edebiyatı ile ilk karşılaşmamdı belki de o yüzden bu kadar sevmiştim, bağlanmıştım. Edebiyat öğretmenim Ali Koç'tu, emeği üstümde çoktur. O sevdirmişti. Gerçekten edebiyat dostu edebiyat aşıkıydı. Fuzuli'yi anlatırdı bol bol, ben de zihnimde canlandırmaya çalışırdım: Nasıl olurda bir türbe bekçisi böylesine özenli ve böylesine sanatsal yazardı?
Unuttuğum bir şey vardı: O Fuzuli'ydi bense Ediz aklıyla onu anlamaya çalışıyordum.
Bu beyitler de beni hüşyarlığa yakınlaştırdı. Anlamları derin, anlamları zengin sözcükler. Her biri 'O'nun aşkıyla tutuşan, ona ulaşmaya çalışan. 'O'na akan iki nehir aslında:
''Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler gûzar
Aşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su''
...
''Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa vurup gezer âvâre su''
Varsın o iki nehir dövüne dövüne Ravza'ya aksınlar. İster adları Fırat olsun, ister Dicle. Ya peki biz o gün gelip çatınca ne yapacağız? Uyanabilecek miyiz gaflet uykusundan? O rahmet çeşmesinden bir damla su alabilecek miyiz, ona duyduğumuz hasretten gözlerimizden su döktüğümüz zaman?
''Ekspres'' gazetesinde Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba konulduğu haberinin çıkması üzerine 6-7 Eylül 1955'te Ankara , İstanbul ve İzmir'de patlak veren olaylarda Rum, Ermeni ve Yahudi vatandaşlarımıza ait ibadethane, ev ve işyerlerine saldırılmış, eşyaları yağmalanmış ve binalar tahrip edilmişti. Olaylarda 3.884'ü Rumlara ait olmak üzere 8.538 gayrimenkul zarar görmüştü. Gerçi maddi zararlar devlet tarafından karşılandı ama Türkiye'nin uluslararası imajı da ağır bir yara almıştı. Bu sırada Beyoğlu'nda bir müzik enstrümanı satan Ermeni'nin dükkanına nasılsa dokunulmamıştı. Sonradan anlaşıldı ki vitrininde Beethoven'ın bir büstü vardı ve saldırganlar karanlıkta büstü Atatürk'e ait sanmışlardı. (Alıntıdır)
3 ölü, 30 yaralı, 73 kilise, 8 ayazma, 2 manastır, 1 fabrika, 5.538 ev ve dükkan..Unutmadık,hatırlıyoruz !
Nasa uydularından alınan datayla oluşturulan bu grafik animasyon, son 12 yılda dünya genelinde oluşan yangınları gösteriyor. (Kaynak: Ntvmsnbc)
Âdem İle Havva
Yaradılış, Diş ve İlk İletişim
Eski Ahit /Tekvin
I.Kısım
Tanrı 6 günde dünyayı yarattı. 7.
Gün yaptığı işi bitirdi ve o gün dinlendi. Dinlendiği günü, kutsal bir gün
olarak belirledi.
Yeryüzünde henüz bir kır fidanı yoktu.
Henüz yağmur yağdırmamış. Toprağı işleyecek adam yoktu.
Tanrı kendisinin tanınmasını
istedi. İbadet etsinler diye insanları var etmek istedi. Melekler cevap
vererek:
-“Yarabbi bizler seni devamlı
övüyor ve sana ibadet ediyoruz.” dediler.
Tanrı:
-“Ben sizin bilmediklerinizi
bilirim.” diyerek yanıtladı.
Melekler:
-“ Şüphesiz Tanrı, her şeyin en
iyisini bilir.” dediler.
Tanrı, meleklerine:
-“Ben Âdem’i topraktan yaratıp,
ruhumdan üfleyip, şekillendirip can vereceğim. Hepiniz ona secde edin.” dedi.
Melekler hep birden:
-“Rabbimiz seni dinler, sana
itaat ederiz.” dediler.
Ancak Allah’ın bu emri şeytanın
hoşuna gitmedi. Gururlandı, kibirlendi. Kendini üstün yaratık olarak gördü.
Nihayet Tanrı Âdem’i topraktan
yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece yaşayan varlık oldu. Bütün
melekler ona secde etti. Şeytan ise böbürlenip ona isyan etti:
-“ Âdem topraktan yaratıldı, ben
ise ateşten yaratıldım. Ateş topraktan üstündür.”
Bu sözleriyle Şeytan Allah’ın
emrini dinlemedi ve cennetten kovuldu. Şeytan bir ant içti ve var olduğu sürece
Âdem ve evlatlarını Tanrı’nın yolundan ayırmak için çalışacağını söyledi.
II.Kısım
Rab Tanrı doğuda, Aden’de bir
bahçe dikti. Yarattığı Âdem’i oraya koydu. Bahçede iyi meyve veren türlü türlü
güzel ağaçlar yetiştirdi. Bahçenin ortasında ‘yaşam ağacı’ ile ‘iyiyle kötüyü
bilme’ ağacı vardı. Tanrı Aden bahçesine
bakması ve onu işlemesi için Âdem’i oraya koydu.
Tanrı Âdem’e:
-“ Bahçede istediğin ağacın
meyvesini yiyebilirsin ama ’ iyiyle kötüyü bilme ağacından’ yeme. Çünkü ondan
yediğin gün kesinlikle ölürsün.”
Sonra Rab, Âdem’in yalnız kalması
iyi değil, ona uygun bir yardımcı yaratacağım dedi.
Tanrı yerdeki hayvanları, gökteki
kuşların hepsini topraktan yarattı. Onlara ne ad vereceğini görmek için Âdem’e
getirdi. Âdem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı. Ancak, Âdem’e
uygun bir yardımcı bulunamadı. Âdem hala yalnızdı.
Tanrı Âdem’e derin bir uyku
verdi. Âdem uyurken, Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle
kapladı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e
getirdi.
Âdem kadın için şunları dedi:
-“ Şimdi bu benim kemiklerimden
kemik ve etimden ettir, buna ‘nisa’ denilecek.
III.Kısım
Cennetten kovulan dış mekânda
bulunan şeytan, içeriye cennete girmek istiyor. Cennet’in kapısına ulaştığında
‘Rıdvan’ ile karşılaşıyor. İblis Rıdvan’a beni içeri al diyor. Ancak Rıdvan İblis
’in yasaklı olduğunu bildiriyor. Şeytan Rıdvan’ın ardından bütün meleklere gidiyor,
yalvarıyor, fakat bir sonuç olamıyor.
Sonunda Tanrı’nın yarattığı
yabanıl hayvanların en kurnazı olan ‘yılana’ gidiyor. Yalvarıp yakarıyor:
-“Ne yap, ne et beni içeri sok.”
diyor.
Yılan ise:
-“Nasıl yapabilirim.” diyor.
Şeytan Yılana:
-“Sen ağzını aç, beni dişlerinin
arasına sıkıştır.” diyor.
Şeytan’ı dinleyen yılan
sayesinde, iblis dişler arasında kovulduğu cennete giriyor. İnsan ile ilk iletişim dişler arasındaki
şeytan ile Havva arasında başlıyor. Şeytan yılan bünyesinde kötülüğün gücü
oluyor.
IV.Kısım
Yılan Havva’ya:
-“ Tanrı gerçekten, bahçedeki
ağaçların meyvesini yemeyin dedi mi?” diye sordu.
Havva ise:
-“ Bahçenin ortasındaki ağacın
meyvesini yememek şartıyla tüm ağaçların meyvelerini yiyebileceğimizi söyledi.
Şayet onu yersek ölürsünüz dedi.”
Yılan ise:
-Kesinlikle ölmezsiniz, çünkü
tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle
kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.” der ve Havva’yı ikna eder.
Havva meyveyi koparıp yedi.
Yanındaki Âdem’e de verdi o da yedi. İkisi de gözlerini açtı ve çıplak halde
buldular kendilerini. İncir yaprakları dikip kendilerini önlük yaptılar.
Tanrı Kadın’a:
-“Nedir bu yaptığın.” diye sordu.
Havva:
-“ Yılan beni aldattı, o yüzden
yedim.” diye karşılık verdi.
Tanrı, Yılan’a:
-“Bu yaptığından ötürü bütün
evcil ve yabanıl hayvanların ‘en
lanetlisi’ sen olacaksın. Karnının üzerinde sürüneceksin, yaşamın boyunca
toprak yiyeceksin. Seninle kadının soyunu birbirinize düşman edeceğim. Onun
soyu senin başını ezecek, sen onun topuğuna saldıracaksın.”
Tanrı Kadın’a:
-“ Çocuk doğururken sana çok acı
çektireceğim, ağrı çekerek doğum yapacaksın. Bu yeryüzündeki ‘en büyük acılardan’ olacak.”
Tanrı, Adem’e:
-“ Karının sözünü dinlediğin ve
sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden
lanetlendi. Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın. Toprak sana diken
ve çalı verecek.”
-SON-
Yasak meyvenin olduğu hep bilinir
ve söylenir. Elmayı ısırırken dişlerin görevi ve zarureti de oldukça önemlidir.
Şeytanın yılanın dişlerin arasında
Cennet’ girmesi Havva ile konuşması iletişimin dişlerle başladığını mecazi
olarak sembolize eder.
Gerçek bağlamda da diş konuşmanın
en önemli ögesidir. Diş olmadan insanlar konuşamıyor.
Böylesine önemli bir yapıyken
dişler , iletişim ile direkt olarak bir ilişki içinde olduğunu açıkça
söyleyebiliriz.
Derleyen : Ediz Tokabaş
Başlangıç
Ama çok geç. Gurup vakti
geçti bile güneş doğdu Heeyyy İnsanlık! Yazmaya başladım belkide bu deneyimimden sonra bırakırım kim bilir…? Hep
derler başlamak bitirmenin yarısıdır diye belki de geleceğim için iyi bir
başlangıçç..Evet biliyorum bir Yaşar Kemal olamam ancak yazma yeteneğimi
elimden geldiğince geliştirebilirim.Denemeliyim..Evet kendime inanmalı sonsuz
bir güven duymalı ve bunun sürekliliğini getirmeliyim.Bir şeylere başlmak
önemlidir ancak daha önemlisi sürekliliktir.
Bugün Perşembe cumartesi dönüyorum
İstanbuluma yeni yaşam yerime düşünüyorumda gerçekten alıştım artık
..Umduğumdanda kısa sürdü bu adaptasyon sürecim ben dahi çok şaşırdım.Ama o
beni sevdi,O beni istedi ,O beni dışlamadı,O bana merhamet etti sardı sarmaladı
beni..Eyy İstanbul senden bahsediyorum koca şehir;binlerce yıllık uyuyan
dev!Sana geliyorum yeni yoldaşın geliyor..Seni şarkılarda tanıyan ve tutkuyla
isteyen yoldaşın geliyor.Onu utandırma onu koru ve onun yolunu hep açık
tut..Sevdiğim kadarda ürküyorum senden geceleri büründüğün kendini
bilmez,namussuz kendini bilmez bir fahişeye benzeyen pis bir katili andıran
hallerinden korkuyorum;ancak her korku senin karşında büyümeme ve senin benm
karşımda büyümene sebeb oluyor..Sen en önemli öğreticisin bana,en doğru
yol,rüzgara karşı direnen en dirayetli ağaçsın..Vazgeçişlerimde gördüğüm ufacık
ışık kaynağım,Sevdam SAkatim Her şeyim..İstanbulum bekle geliyor yoldaşın..
Olmadı şimdi izmir küstü
bana ..İzmir kan kusuyor bana duyar gibiyim şu cümleleri’Sadakat diyen yoldaşa
bak yıllarca ben besledim ben yuva açtım sana, ya sen ne yaptın beni
İstanbula değiştin’’ Ürkütme beni İzmir
ben seni bırakmadım ben senden vazgeçmedim.İyi bir gelecek istedim ve bana
açılan fırsatları tepmedim.Seni asla unutamam sen anamın babamın memleketi ,sen
eski yuvam körfeziyle mutluluk kaynağım ,ilk aşklarımı yaşadığım şehir…Neden mi
üç nokta Boşver bea İstanbul sorma gitsin.İzmir her şeye şahit belki ben
yattınca sana anlatır çektiğim acıları hüzünleri ve her sokağında benimle
ebediyete göcecek acıları.