Twitter

15 Eylül 2012 Cumartesi

Çığır Açan Giyilebilir Teknoloji


Pattie Maes çığır açan giyilebilir teknoloji "Altıncı His"si tanıtıyor

İzlediğimde beni şaşkına çeviren ve filmlerde izlediğimiz hayali teknolojilerin yaşantımıza geleceğini düşündükçe heyecanlandıran bir teknolojiden haber vermek istiyorum. Sizlere TED Konferansı'nda MIT'den Pattie Maes'in öğrencisi adına sunduğu giyilebilir teknoloji üzerine sunum. Bunu izledikçe Semantik Web olarak tanımlanan Web 3.0'ı daha iyi kavramaya başlayacağız.


ICT Summit Eurasia-Bilişim Zirvesi 12


ICT Summit Eurasia-Bilişim Zirvesi 12 
Pazarlama ve Sosyal Medyada Sonraki Adım

Bu sene 12. düzenlenen Bilişim Zirvesi geçen sene uluslararası bir kimliğe bürünüp ICT Summit Eurasia adını aldı. Bu sene 30'u aşkın ülkeden katılımcı ile onlarca panel düzenlendi.  Zirvenin teması ''Next Step-Sonraki Adım''olarak seçilmişti. Gelecek üzerine teknolojik gelişmeler temelli pazarlama ve bilişim dünyası konuşuldu bol bol. Ben de zirvenin son gününde (13 Eylül 2012 Perşembe) ''Pazarlama ve Sosyal Medyada Sonraki Adım Forum'na'' katılma şansı buldum. Forumla ilgili dikkat çekici noktaları sizlerle paylaşıyorum.
                                               

"Dünyayı Değiştirecek Teknolojiler"

Konuşmacı: DR.Matthias Kaisersweth- IBM
Bilişim Zirvesi, Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlendi.Zirve profesyonel katılımcılara ücretliydi, ancak öğrencilere ücretsiz şekilde gerçekleşti. Öncelikle sabah açılış pturumu ilgi çekiciydi. Ortak oturum şeklinde gerçekleşen konuşmayı, Dünyayı Değiştirecek Teknolojiler başlığıyla IBM Zurih Araştırma Laboratuvarı Direktörü ve Yazılım Araştırmları Kurulu Başkan Yardımcısı Dr. Matthias Kaiserswerth yaptı.
Yakından tanımadığım birçok konuya değinen Kaisersweth öncelikle çipler, sistemler, data ve data incelenmesinden bahsetti. Gelecekte nano teknolojilerin gelişmesiyle nano çiplerin üretileceğini ve her bir çipin 1 trilyon aygıtı barındıracağını belirtti. Böylesine devasa bir sayı da aygıtı barındırmasına rağmen bu çiplerin boyutları bir kesme şeker boyutunu (PETA)geçmeyecek şekilde hazırlanacak. 3 boyutlu olan bu çiplere iki boyut daha eklenicek. Bunlardan 4. boyut, soğutma ve 5.boyut, enerji üretimi.

Less Energy-Less Heat
Üretilen teknolojinin yeşil, yani doğaya saygılı olması çok önemli. Bunu da enerji tasarrufu ile sağlayacaklarını düşünüyorlar. Sıcak bir sistemi yine sıcak suyla soğutup %40'a varan bir enerji tasarrufu elde edileceğinin altını çiziyor. Anlaması güç olan bu soğutma sistemini şöyle örnekliyor Dr. Matthias, ''Yazın bir havuzu soğutmak için havuza eklenen sıcak su gibi düşünün. Eklediğiniz su havuzdan daha soğuk ama o suyun ısıtması için bir maaliyet ödemiyorsunuz, çünkü doğal ortam sıcak.''

Dünyada var olan veri 15 petabytes
Peki, böylesi üstün teknoloji ile geliştirilen bu çipler nerelerde nasıl kullanılacak? Araştırmalara göre şu an dünyada  50 milyar cihaz var ve bu sayının düşük olduğunu belirtiyor konuşmacımız. Önümüzdeki süreçte hızlı bir artış yaşanacağını söylüyor. Aynı zamanda dünyada var olan veri miktarı ise yaklaşık 15 petabytes. Artacak cihaz sayısına paralel olarak. Büyük veri miktarının ortaya çıkacağını söylüyor ve işte bu noktada bu çipler hızlı ve büyük depolama alanları sunacaktır. Veri depolamanın çözüm olmadığını söyleyen Kaiserswerth önemli olan bu verinin incelenip çözümlendikten sonra depolanması gerektiğini söylüyor. Anlaşılan o ki artık veriler elde edilirken, eş zamanlı olarak veri çözümlenmesi yapılacak ve gereksiz verilerin depolanma zahmeti sona erecek.

O bir Tıp dahisi: Karşınızda WATSON
Watson projesini dinlemeye başlayınca önümüzdeki yıllarda ne gerek  var doktorlara diye düşünmeye başladım. Şöyle ki Watson daha yeni ve hala geliştirilmekte olan bir proje. Çok yönlü bir sistem. Hastalıkların tedavi teşhisi için doktorlara yardım sağlayabilecek, anladığım kadarıyla yapay zekaya dayalı bir sistem. Watson bütün tıp literatürünü yalayıp yutuyor ve elde ettiği bu verileri oldukça spesifik yöntemlerle ayrıştırarak, hastaklıkların tedavi ve teşhisinde doktora yardım ediyor. Bir doktor, kendisine gelen bir hastanın hastalığını teşhis ettiyse, hatalığı Watsona yazıyor. Örneğin, ''Akciğer kanserini nasıl tedavi edebilirim?'' Watson hemen soruyu algılıyo ve hastalığa uygun tedavi yöntemleri sunuyor. (Sunulan tedavi yöntemlerinin ilaç ya da tüm tıbbi müdahaleleri içerdiğini belirtmedi.)Tedavi yöntemlerini sunduğuyla kalmıyor ayrıca her tedavi yönteminin yanına % olarak güvenirlilik oranı veriyor. Derseniz ki, ben bunu bilimsel anlamda kanıtlamak istiyorum. İşte o zaman da tedavi yönteminle ilgili tıbbi literatürü önünüze sunuyor. Yok canım! Diyebilirsiniz ben de öyle dedim. Dikkat çekilmesi gereken nokta şu ki her geçen gün elde edilen tıbbi verilerin Watson'a iyice yedirilmesi lazım.


Bu sistemlerin ve inovasyonların hepsi insan zihninden esinlenilerek yapılıyor. Geçmişe göre bu yolda insanlık adına oldukça fazla yol katettik belki ama Dr.Matthias özellikle insan zihniyle yapılan kıyaslara karşı çıkarak şu sözlerle konuşmasını tamamladı: "Geliştirilen hiçbir sistem insan zihni ile mukayese edilemez, insan zihni gibi olamaz, çünkü bizler insan zihninin tam olarak sırrını dahi çözmüş değiliz."

Markalar Sosyal Medyanın Neresinde?

Panel Moderatörü: Tunca Meriç
Konuşmacılar: Dr.Cem Çınlar, Bilge Çiftçi, Hamdi Çelikbaş, Kına Demirel, Metin Güleç, Sertan Eratay, Cem Batu

Konuşmacılar Vodafone'dan Turkcell'e, Anadolu Ajansı'ndan Migros'a kadar çeşitliydi.Bunlara ek olarak diğer konuşmacılar Plasenta, Medyanet ve Tick Tock Boom Dijital Pr Ajansındandı.
·         Şüphe bilgiyi, bilgi bilişimi, bilişimde sosyal medyayı doğurdu.
·         Sosyal medya sohbet odaklı bir platform, marka odaklı değil.
·         Önemli olan bu sohbet ortamına marka kimliğinden sıyrılıp antipatik bir hal almadan girmek
·         GençTurkcell'in genç yöneticilerini belirleme sürecinde bu sohbete dahil oldular ve çok konuşuldular. Bir proje ile 17 bin aday ile 2 milyon oya ulaştılar. Kişiler bu projeyi konuşur ve aktarır oldu.
·         Facebook ve Twitter'daki fan sayılarının nitelikli veri olmadığı artık açık. Markalar Facebook fanlarını %16'sı ile iletişime geçebiliyor. Bu duruma en güzel cümle bu olu heralde : SMALL IS BIG, TODAY..!
·         Sosyal medya markanın müşterisini dinleme merkezli olmalı.
·         Müşteri, müşteriye güvenir. Her müşteri bir pazarlama kanalıdır.

·         Sosyal mecralar artık bir hizmet kanalı olarak yerini aldı. Bu yolla artık müşteri markaya değil marka müşterinin ayağına gider oldu.
·         Özellikle Y ve Z kuşağını oluşturan müşterilerin kalbine giden yol bu sosyal mecralardan geçiyor.
·         Müşteri sosyal medyada bambaşka tavırlar içine girebiliyor ve başkalaşıyor. Bu yüzden dinleyici olup hedef kitleyi çok iyi analiz etmeli. İncelemeden sonra, marka-müşteri ilişkisini kuracak ilgi çekici noktayı bulmak önemli.
·         Doğru segmentasyon, doğru hedef kitleye götürür.
·         Sosyal medyada olşan krizler riskli olduğu kadar fırsat potansiyelini de barındırıyor. Önemli olan bu noktada bu fırsatı görmek ve doğru okumak. Bunu için de şirketler arka bahçelerini iyi bilmeliler.


  Şu üç soruya verilecek doğru cevaplar markaları başarıya ulaştıracaktır:
-Kişiler benim ürünümü alabilirler mi?
-Kişiler benim ürünümü satabilirler mi?
-Bu iki süreçte sosyal medyanın katkıları neler olur?

Panelin en güzel örneği ve açıklaması Turkcell Dijital Kanallar Yöneticisi Sertan Eratay'dan geldi: Eratay markaların sosyal medyadaki durumlarını ilginç bir örnekle açıklıyor. Ablası evlendikten sonra hazırlanan düğün fotoğrafları albümünü mahallenin hanımlarının gelip baktığını,  incelediğini ve fotoğraflarda kime hangi kıyafetin yakışık yakışmadığını yorumladıklarını söyledi. Sohbet odaklı olan bu geleneksel sürecin bizim şu an sosyal mecralarda yaptığımızdan hiçbir farkı yok. Peki, eğer o fotoğraf albümünün içine bir markanın reklamını, sayfasını koysak mahallenin teyzeleri bu ne, nerden çıktı şimdi gibi yorumlar vereceğini söyledi. Aynı şekilde markalarında sosyal mecralarda varolması kişilerarası iletişime müdahale temelli oldu.

                                                                                  Ediz Tokabaş

12 Eylül 2012 Çarşamba

2500 Yıldır Hep Aynı Gençlik Tanımı


2500 Yıldır Hep Aynı Gençlik



Aşağıda yeni nesilin bir tanımı var:

''Şimdiki çocuklar lüksü seviyor, otoriteye ve büyüklerine saygıları yok, kötü tutumlular ve çalışmak yerine çene çalmayı tercih ediyorlar. Onlar artık evlerinin köleleri değil, efendileri. Büyükleri odaya geldiğinde ayağa bile kalkmıyorlar. Ebeveynleri ile çelişiyor, sofra adabına uymadan çar-çabuk yemek yiyor ve öğretmenlerini aşağılıyorlar.''

Bu sözleri pazarlamatürkiye.com'da youth marketing üzerine bir yazı okurken gördüm. Yazının altında bu sözler Socrates'e ait yazıyordu.(M.Ö. 469-399) Sözün Socrates'e ait olduğuna dair kesin kanıtlar olamamasına rağmen, öğrencisi Platon tarafından da böylesine sözler söylediği tarihin içinde yer almış.

Bu tarif edilen bizim Z kuşağına benziyor mu sizce? Anlaşılan şu ki gençlik için genel-geçer bir tanım yapmak mümkün gibi. Benim de içinde bulunduğum Y kuşağı için de bunları diyorlardı, şimdiki                    Z kuşağı için de. Her jenerasyon bir önceki jenerasyon için asi ve saygısız. 
Demek ki gençlik hep aynı gençlik ha 2500 yıl önce ha 100 yıl sonra..

Ediz Tokabaş

8 Eylül 2012 Cumartesi

The Newsroom

The Newsroom



'' I'm Will McAvoy. Good Night!''


Öncelikle Dizinin İntrosunu İzlemelisiniz.




Bugün sizlerle bir süredir izlediğim diziyi paylaşmak istiyorum. Dizimiz Ntv ve Cnbc-e tarafından ''Ana haber bülteniniz başlıyor!'' başlığıyla lanse edilen ''The Newsroom''.

    Birazcık araştırdım. Amerika'da yayıncısı olan HBO kanalının sitesinden bir şeyler okudum ve öncelikle  genel anlamda diziden bahsedip ardından kendi yorumları paylaşacağım.
 

Aaron Sorkin'in eseri

     The Newsroom, Aaron Sorkin tarafından yazılan bir televizyon dizisi. Sorkin aslında tanıdık biri: Facebook'un nasıl kurulduğunu anlatan, Justin Timberlake'in oynadığı The Social Network'un ve Brad Pitt'in başrolünü oynadığı Moneyball'ın da yazarı.

    Dizide her aşama gerçek ile birebir uyumlu. Sorkin verdiği röportajlarda diziyi hazırlamak için birçok gerçek Tv haber programını bizzat kendisi gözlemlediğini anlatıyor. Yapım ilk olarak Amerikan HBO kanalında 24 Haziran 2012 tarihinde yayınlandı. Dizi Atlantis Cable News (ACN) adlı kurgusal kanalın perde arkasını anlatıyor. Jeff Daniels'ın canlandırdığı anchorman Will McAvo karakterinin kurumsal, ticari ve siyasi engeller ile habercilik etiği arasında kalıp bunların yanında kendi kişisel çıkarlarını da gözardı ederek , ekibiyle birlikte bir haberi ekrana koymak, yayına hazırlamak için ne denli yollardan geçtiğini bizlere sunuyor. Haber yapmanın ve onu yayına aktarmanın her anını takip edebiliyoruz.

Güncel Konular


Haber Ekibi
    Ülkemizde dahi her gün onlarca yalan haberi topluma pompalayan bir medya sektörünü düşünürsek. Amerika'daki bu ortamın nasıl da devasa olduğunu hayal edemeye biliriz. Her bölümde konular güncel olarak gerçek hayata paralel ilerliyor. Dizi BP'nin Meksika Körfezi'ndeki sızıntısından başlayıp  sırasıyla Arap Baharı ve ABD Başkanlık seçimlerine kadar geliyor.

     Dizinin oldukça dinamik bir yapısı var. Böyle bir yapıda aşk ve ihtiras olmaz mı? Olur tabiki yapımcılar o konuları da gözardı etmemişler. Will'in eski sevgilisi MacKenzie ileolan ilişkiden, Jim'in Maggie ile olan şu an için gizli ama sonraki bölümlerde bence ortaya çıkacak aşkına kadar her şey mevcut.

Ekonomi-Siyaset-Medya Üçlüsü   

  

Dizinin merkezinde haber ekibi ve patronları Charlie bulunuyor.  Dizide aslında bugüne kadar bize hep anlatılan Ekonomi-Siyaset ve Medya üçlüsünün iç içe geçmiş girift hikayesi anlatılıyor. Tabiki bu anlatımın ekonomik bir çıkar uğruna ve yayıncı kuruluşun politikasına göre şekillendiğini düşünürsek, bu girift hikayeyi ne kadar şeffaf olarak bize sunulduğu da şüpheli . Dizi, Charlie'nin medya patronuna olan sorumluluğu, şirket çıkarları ve reklam verenlerin baskısına rağmen ekibin idealist bir şekilde doğru bir habercilik yapma misyonunu takip ediyor, en azından deniyorlar..

The newsroom için ikinci sezon anlaşması yapılmış. Haziran 2013'te yayınlanacağı açıklanmış. Dizinin Türkiye'deki bölümleri ise 16 Eylül 2012 Pazar(Yarın) saat 22.00'da CNBC-e televizyonu tarafından yayınlanacaktır.



    Dizinin en çarpıcı bölümünden bir kesit sunmak istiyorum sizlere, oldukça vurucu:




Bu da CNBC-e'nin abartı dolu tanıtımı:



                                                                                                                   Ediz Tokabaş








7 Eylül 2012 Cuma

''Bazıları daha eşittir hayatta!''

21. Yy'da İnsan Hakları Ödüllü Video 




''Hoşgeldin bebek!
Başındasın her şeyin.
Bebeksin işte!
Dünyanın bütün bebekleri aynı şekilde doğar.
Tadını çıkar.
Belki Muhammed olur adın.
Belki Musa.
Belki İsa.

Boyun 2 metre olabilir.
Belki de esmer olursun.
Belki kısa.
O zaman bebek demez kimse sana.

Başını aç derler ya da kapa!
Sen çalış! Sen doğur! Sen savaş! Sen sus!
İstedikleri gibi olmazsan öldürebilirler seni!
Töreler daha değerliymiş gibi hayattan!

Herkes eşittir!
Ama göreceksin, bazıları daha eşittir hayatta!
Şaşırma, burası tuhaf bir dünya!
Gülümse yine de.
Büyüdüğünde eşit yaşaman için çalışan insanlar var burada!
Gülümse bebek.
Gün gelecek, herkes sana sadece İNSAN diyecek.''

(Videonun kim/kimler tarafından hazırlandığını bulamadım.)


Est-ce que 'le pharaon' est parti et 'moise' est venu?

     
       Fransızca Hazırlık sınıfı sonunda gerçekleştirdiğimiz bir projeden birkaç sayfa paylaşıyorum sizinle. Projemiz Fransızca bir gazete hazırlamaktı bu gazete spordan, gündeme birçok başlıktan oluşmuştu. Ben de Uluslararası teması altında, o zamanlar bir tsunami gibi etki eden Arap Baharı'nı kaleme almıştım. Şimdi sizlerle onu paylaşıyorum:

Ana Sayfa (La Une)

Yazım (Mon article)


Başlık: Halkın Çığlığı




6 Eylül 2012 Perşembe

Kaside-i Su



Su Kasidesi benim için çok önemlidir. Lise öğrenimim süresince ortalarda hep ilk beytini söyleyerek dolaşmışımdır: 
      
       '' Saçma ey göz eskden gönlümdeki odlara su 
          Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çare su''

Divan Edebiyatı ile ilk karşılaşmamdı belki de o yüzden bu kadar sevmiştim, bağlanmıştım. Edebiyat öğretmenim Ali Koç'tu, emeği üstümde çoktur. O sevdirmişti. Gerçekten edebiyat dostu edebiyat aşıkıydı. Fuzuli'yi anlatırdı bol bol, ben de zihnimde canlandırmaya çalışırdım: Nasıl olurda bir türbe bekçisi böylesine özenli ve böylesine sanatsal yazardı? 
Unuttuğum bir şey vardı: O Fuzuli'ydi bense Ediz aklıyla onu anlamaya çalışıyordum.



        <!--[endif]-->‘’Men lebin müştakıyam zühhad kevser talibi,
Meste mey içmek hoş gelir hüşyara su’’  

Bu beyitler de beni hüşyarlığa yakınlaştırdı. Anlamları derin, anlamları zengin sözcükler. Her biri 'O'nun aşkıyla tutuşan, ona ulaşmaya çalışan. 'O'na akan iki nehir aslında:

''Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler gûzar
  Aşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su''
...
''Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa vurup gezer âvâre su''

Varsın o iki nehir dövüne dövüne Ravza'ya aksınlar. İster adları Fırat olsun, ister Dicle. Ya peki biz o gün gelip çatınca ne yapacağız? Uyanabilecek miyiz gaflet uykusundan? O rahmet çeşmesinden bir damla su alabilecek miyiz, ona duyduğumuz hasretten gözlerimizden su döktüğümüz zaman?

''Umduğum oldur ki rûz-i haşr mahrûm olmayan
Çeşm-i vaslun vire men teşne-i didâra su''






Beethoven 6-7 Eylül olaylarında nasıl işe yaradı?

Beethoven 6-7 Eylül olaylarında nasıl işe yaradı?


''Ekspres'' gazetesinde Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba konulduğu haberinin çıkması üzerine 6-7 Eylül 1955'te Ankara , İstanbul ve İzmir'de patlak veren olaylarda Rum, Ermeni ve Yahudi vatandaşlarımıza ait ibadethane, ev ve işyerlerine saldırılmış, eşyaları yağmalanmış ve binalar tahrip edilmişti. Olaylarda 3.884'ü Rumlara ait olmak üzere 8.538 gayrimenkul zarar görmüştü. Gerçi maddi zararlar devlet tarafından karşılandı ama Türkiye'nin uluslararası imajı da ağır bir yara almıştı. Bu sırada Beyoğlu'nda bir müzik enstrümanı satan Ermeni'nin dükkanına nasılsa dokunulmamıştı. Sonradan anlaşıldı ki vitrininde Beethoven'ın bir büstü vardı ve saldırganlar karanlıkta büstü Atatürk'e ait sanmışlardı. (Alıntıdır)


3 ölü, 30 yaralı, 73 kilise, 8 ayazma, 2 manastır, 1 fabrika, 5.538 ev ve dükkan..Unutmadık,hatırlıyoruz !

5 Eylül 2012 Çarşamba

Sakarya Türküsü


SAKARYA TÜRKÜSÜ

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat?

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..
 
Necip Fazıl KISAKÜREK

The Social Media Revolution 2012

The Social Media Revolution 2012

Sosyal Medya devriminden bahsediyoruz uzun zamandır. İşte size 2012 verileriyle Sosyal Medya:



Orman Yangınlarının 12 Yılı

Orman Yangınlarının 12 Yılı

Nasa uydularından alınan datayla oluşturulan bu grafik animasyon, son 12 yılda dünya genelinde oluşan yangınları gösteriyor. (Kaynak: Ntvmsnbc)




Âdem İle Havva
Yaradılış, Diş ve İlk İletişim
Eski Ahit /Tekvin

http://www.itusozluk.com/gorseller/adem+ve+havva/64896



I.Kısım
Tanrı 6 günde dünyayı yarattı. 7. Gün yaptığı işi bitirdi ve o gün dinlendi. Dinlendiği günü, kutsal bir gün olarak belirledi.
Yeryüzünde henüz bir kır fidanı yoktu. Henüz yağmur yağdırmamış. Toprağı işleyecek adam yoktu.
Tanrı kendisinin tanınmasını istedi. İbadet etsinler diye insanları var etmek istedi. Melekler cevap vererek:
-“Yarabbi bizler seni devamlı övüyor ve sana ibadet ediyoruz.” dediler.
Tanrı:
-“Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” diyerek yanıtladı.
Melekler:
-“ Şüphesiz Tanrı, her şeyin en iyisini bilir.” dediler.
Tanrı, meleklerine:
-“Ben Âdem’i topraktan yaratıp, ruhumdan üfleyip, şekillendirip can vereceğim. Hepiniz ona secde edin.” dedi.
Melekler hep birden:
-“Rabbimiz seni dinler, sana itaat ederiz.”  dediler.
Ancak Allah’ın bu emri şeytanın hoşuna gitmedi. Gururlandı, kibirlendi. Kendini üstün yaratık olarak gördü.
Nihayet Tanrı Âdem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece yaşayan varlık oldu. Bütün melekler ona secde etti. Şeytan ise böbürlenip ona isyan etti:
-“ Âdem topraktan yaratıldı, ben ise ateşten yaratıldım. Ateş topraktan üstündür.”
Bu sözleriyle Şeytan Allah’ın emrini dinlemedi ve cennetten kovuldu. Şeytan bir ant içti ve var olduğu sürece Âdem ve evlatlarını Tanrı’nın yolundan ayırmak için çalışacağını söyledi.
                                                                
  
                                                                  II.Kısım
Rab Tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Yarattığı Âdem’i oraya koydu. Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaçlar yetiştirdi. Bahçenin ortasında ‘yaşam ağacı’ ile ‘iyiyle kötüyü bilme’  ağacı vardı. Tanrı Aden bahçesine bakması ve onu işlemesi için Âdem’i oraya koydu.
Tanrı Âdem’e:
-“ Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin ama ’ iyiyle kötüyü bilme ağacından’ yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”
Sonra Rab, Âdem’in yalnız kalması iyi değil, ona uygun bir yardımcı yaratacağım dedi.

Tanrı yerdeki hayvanları, gökteki kuşların hepsini topraktan yarattı. Onlara ne ad vereceğini görmek için Âdem’e getirdi. Âdem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı. Ancak, Âdem’e uygun bir yardımcı bulunamadı. Âdem hala yalnızdı.
Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapladı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi.
Âdem kadın için şunları dedi:
-“ Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir, buna ‘nisa’ denilecek.


III.Kısım
Cennetten kovulan dış mekânda bulunan şeytan, içeriye cennete girmek istiyor. Cennet’in kapısına ulaştığında ‘Rıdvan’ ile karşılaşıyor. İblis Rıdvan’a beni içeri al diyor. Ancak Rıdvan İblis ’in yasaklı olduğunu bildiriyor. Şeytan Rıdvan’ın ardından bütün meleklere gidiyor, yalvarıyor, fakat bir sonuç olamıyor.
Sonunda Tanrı’nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı olan ‘yılana’ gidiyor. Yalvarıp yakarıyor:
-“Ne yap, ne et beni içeri sok.” diyor.
Yılan ise:
-“Nasıl yapabilirim.” diyor.
Şeytan Yılana:
-“Sen ağzını aç, beni dişlerinin arasına sıkıştır.” diyor.
Şeytan’ı dinleyen yılan sayesinde, iblis dişler arasında kovulduğu cennete giriyor. İnsan ile ilk iletişim dişler arasındaki şeytan ile Havva arasında başlıyor. Şeytan yılan bünyesinde kötülüğün gücü oluyor.


IV.Kısım
Yılan Havva’ya:
-“ Tanrı gerçekten, bahçedeki ağaçların meyvesini yemeyin dedi mi?” diye sordu.
Havva ise:
-“ Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yememek şartıyla tüm ağaçların meyvelerini yiyebileceğimizi söyledi. Şayet onu yersek ölürsünüz dedi.”
Yılan ise:
-Kesinlikle ölmezsiniz, çünkü tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.” der ve Havva’yı ikna eder.
Havva meyveyi koparıp yedi. Yanındaki Âdem’e de verdi o da yedi. İkisi de gözlerini açtı ve çıplak halde buldular kendilerini. İncir yaprakları dikip kendilerini önlük yaptılar.
Tanrı Kadın’a:
-“Nedir bu yaptığın.” diye sordu.
Havva:
-“ Yılan beni aldattı, o yüzden yedim.” diye karşılık verdi.
Tanrı, Yılan’a:
-“Bu yaptığından ötürü bütün evcil ve yabanıl hayvanların ‘en lanetlisi’ sen olacaksın. Karnının üzerinde sürüneceksin, yaşamın boyunca toprak yiyeceksin. Seninle kadının soyunu birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, sen onun topuğuna saldıracaksın.”
Tanrı Kadın’a:
-“ Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim, ağrı çekerek doğum yapacaksın. Bu yeryüzündeki ‘en büyük acılardan’ olacak.”
Tanrı, Adem’e:
-“ Karının sözünü dinlediğin ve sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi. Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın. Toprak sana diken ve çalı verecek.”

-SON-



Yasak meyvenin olduğu hep bilinir ve söylenir. Elmayı ısırırken dişlerin görevi ve zarureti de oldukça önemlidir.
Şeytanın yılanın dişlerin arasında Cennet’ girmesi Havva ile konuşması iletişimin dişlerle başladığını mecazi olarak sembolize eder.
Gerçek bağlamda da diş konuşmanın en önemli ögesidir. Diş olmadan insanlar konuşamıyor.
Böylesine önemli bir yapıyken dişler , iletişim ile direkt olarak bir ilişki içinde olduğunu açıkça söyleyebiliriz.
                                                                       
  Derleyen : Ediz Tokabaş

Başlangıç

     Ama çok geç. Gurup vakti geçti bile güneş doğdu Heeyyy İnsanlık! Yazmaya başladım belkide bu  deneyimimden sonra bırakırım kim bilir…? Hep derler başlamak bitirmenin yarısıdır diye belki de geleceğim için iyi bir başlangıçç..Evet biliyorum bir Yaşar Kemal olamam ancak yazma yeteneğimi elimden geldiğince geliştirebilirim.Denemeliyim..Evet kendime inanmalı sonsuz bir güven duymalı ve bunun sürekliliğini getirmeliyim.Bir şeylere başlmak önemlidir ancak daha önemlisi sürekliliktir.

     Bugün Perşembe cumartesi dönüyorum İstanbuluma yeni yaşam yerime düşünüyorumda gerçekten alıştım artık ..Umduğumdanda kısa sürdü bu adaptasyon sürecim ben dahi çok şaşırdım.Ama o beni sevdi,O beni istedi ,O beni dışlamadı,O bana merhamet etti sardı sarmaladı beni..Eyy İstanbul senden bahsediyorum koca şehir;binlerce yıllık uyuyan dev!Sana geliyorum yeni yoldaşın geliyor..Seni şarkılarda tanıyan ve tutkuyla isteyen yoldaşın geliyor.Onu utandırma onu koru ve onun yolunu hep açık tut..Sevdiğim kadarda ürküyorum senden geceleri büründüğün kendini bilmez,namussuz kendini bilmez bir fahişeye benzeyen pis bir katili andıran hallerinden korkuyorum;ancak her korku senin karşında büyümeme ve senin benm karşımda büyümene sebeb oluyor..Sen en önemli öğreticisin bana,en doğru yol,rüzgara karşı direnen en dirayetli ağaçsın..Vazgeçişlerimde gördüğüm ufacık ışık kaynağım,Sevdam SAkatim Her şeyim..İstanbulum bekle geliyor yoldaşın..

     Olmadı şimdi izmir küstü bana ..İzmir kan kusuyor bana duyar gibiyim şu cümleleri’Sadakat diyen yoldaşa bak yıllarca ben besledim ben yuva açtım sana, ya sen ne yaptın beni İstanbula  değiştin’’ Ürkütme beni İzmir ben seni bırakmadım ben senden vazgeçmedim.İyi bir gelecek istedim ve bana açılan fırsatları tepmedim.Seni asla unutamam sen anamın babamın memleketi ,sen eski yuvam körfeziyle mutluluk kaynağım ,ilk aşklarımı yaşadığım şehir…Neden mi üç nokta Boşver bea İstanbul sorma gitsin.İzmir her şeye şahit belki ben yattınca sana anlatır çektiğim acıları hüzünleri ve her sokağında benimle ebediyete göcecek acıları.